Yarım asırlık bilançomuz

İlk yazıma girizgâh olması için süslü bir başlangıç yapmaya lüzum görmüyorum, tazecik okurum. Ancak itiraf etmeliyim ki, yazıma 5 bölümden oluşacak bir yazı dizisiyle başlayacak olmak hem büyük bir sorumluluk hem de büyük bir keyif olacak benim için.

21 yaşında bir üniversite öğrencisinin gözünden Almanya’daki yaşamımızın yarım asırlık öyküsünü özetlemektense, biraz yaşıma başıma bakmadan 1960’lardan günümüze ulaşan hikayemizde hâlâ eksikliğini gideremediğimiz ve belki de tamamen yitirdiğimiz hususlara değinmeyi amaçlıyorum. Benden istenilen “modası geçmeyen yazılar“ yazmam oldu. Ben de genellikle olaylara eleştirel bakan birisi olarak ilk yazımda Almanya’da yaşayan tüm Türkleri yakından ilgilendirmesi gerektiğini düşündüğüm 5 probleme dikkat çekmek istedim. Şayet dikkatimizi ve çabalarımızı bu noktalara yönlendirirsek, bu 5 madde hem biz bugünün gençlerine, hem gelecek nesilleri düşünen veya belki de sadece kendi yaşamını irdeleyen herkese kendini sorgulama fırsatı olabilir.
1) Bilimden sanata, aile yaşamından toplumun inşasına temel yapıtaşımız: Dil
Geçtiğimiz yıl Hristiyan Demokratlar (CDU)mülteci akımıyla birlikte göçmen ailelere evde Almanca konuşma çağrısında bulunduğunda daha muhafazakâr olduğu bilinen kardeş parti Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) dahi evde ne konuşulacağına devletin karar veremeyeceği şeklinde tepki vermişti. Hatta iktidarın bu çağrısı gerek muhalefette gerekse kamuoyunda entegrasyon şemsiyesi altında göçmenlerin kültürel kimliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen bir asimilasyon girişimi olarak değerlendirilmişti. Elbette bu çağrı birçok emekli teyzelerimiz, amcalarımız hâlâ hastanede ne tür rahatsızlıklarının olduğunu izah edemediğinden hastane personelinin özel Türkçe dersi almak zorunda kalması gibi tuhaflıklardan dolayı, haklı kaygılarla yapılmış olabilir. Gerçi aile içinde Almanca konuşmak aslında çocuklara ithafen plânlanmış bir şeydi. Ama Almanların görmezden geldiği asıl sorun, göçmen çocukların bırakın Almancayı, daha kendi ana dillerini konuşamıyor olmaları. Ayrıca sadece burada doğmuş ikinci ve üçüncü jenerasyon ebeveynler değil, bir çoğu çok genç yaşta taşradan göçmüş olan ailelerin bugün büyükanne ve büyükbabaları dahi maalesef Türkçe’ye tam manasıyla hakim değil. Burada kastettiğim herhangi bir yöresel şive değil, tamamen dilin kendisinin yanlış konuşuluyor olması ve hatta burada konuşulan yanlış ve yarım Türkçe’nin yaşlılarımızın bile konuşmasını bozduğu gerçeği. Bu saatten sonra onlar için biraz güç olsa da, komedilere bile konu olan “Almancı“ Türkçesi’nin kronik dejeneratif hastalık gibi nesilden nesile aktarılmasını önlemek göçmen asıllı çocukların düzgün bir Almanca’ya hakim olmasının da temel yapıtaşı olacaktır. Zira öncelikle evde çocukların ana dillerini düzgün bir şekilde öğrenmesi veya en azından ailenin Almanca bilmeyen mensuplarıyla sadece ama sadece Türkçe konuşması ana dil hükmüne geçmesi gereken Almanca’yı da daha düzgün biçimde öğrenmesinde belirleyici faktör. Bir dili yeterince benimseyince ancak diğer dilin karşılığı olabilir. Eğer kelimelerin bir dilde anlamını bilmiyorsak, başka bir dile de çevirmemiz mümkün olmayacaktır. Kültürü sadece büyükannelerimizin, büyükbabalarımızın devrettiği adetlere indirgemeyip ve sadece geçmişten taşınanı benimsemeyip kendimizi ileriye taşımak istiyorsak, oluşturmamız gereken duygu ve düşünce dünyamızı oturtabileceğimiz dillere hakim olmaktır. Dil olmadan okullarda okutulanı anlayamaz, kendi düşüncelerimizi ifade edemez, yaşamımızı irdeleyemez ve karşımıza getirilen olguları sorgulayamayız. Dar çerçevenin dışına çıkıp hayaller kuramaz, bu hayalleri gerçekleştirecek hedefler koyamaz ve yaşadığımız toplumun belirleyici bireyleri hâline gelemeyiz. Eğer gece uykumuzda hem Türkçe hem Almanca rüya görmek istiyorsak, sadece göçmenliğimiz üzerinden değil, şahsiyetimiz üzerinden kendimizi tanımlamak istiyorsak, kendi toplumsal zaaflarımızı belirlemek ve içi boş sloganlarla milli duygularımızı şişirmek yerine gerçeklerimizle yüzleşebilmek istiyorsak, önce yerimizde saymaktan vazgeçmekle başlayalım işe.

Türkçemizi Almancamızdan ayıralım. Her iki dilde de zihnimizi inşa edelim. “Sende bizdensin“ diyen reklam filmlerindeki “Almancı“ konseptinin dışına çıkalım.


Hayrunnisa Akar