Mücadeleye değer

4. “Sosyete Hareketi”
Benim gibi Avrupa Yakası hayranları 4. maddemize ismini veren malum mevzuyu hatırlayabilirler belki. Dizinin başrol karakterleri Aslı ve Volkan siyasete atılmaya karar verirler ve Nişantaşı insanına hitap eden vaatler bulup “Sosyete Hareketini“ kurarlar. Her mahalleye bir açık hava modern sanat müzesi gibi gayet ehemmiyetli meseleleri ele aldıkları hâlde maalesef bu önemli siyasi hareket yarı yolda kalır.

Bizim yarım asırlık bilançomuzla ne alakası var diye zihninize üşüşen vesveselere kulak asmayınız hemen. Bir sitcoma konu edilen gerçeklikten uzak dünya algısı ve gerçek sorunlara kayıtsız kalma sorunsalı aslında birçoğumuzun Alman siyasetine karşı tutumuyla çok benzeşmekte. Zira siyaseti neredeyse tamamen televizyondan takip eden toplumumuzun Alman kanallarına karşı ne kadar ilgisiz olduğu malum. Önceleri mecburiyetten sadece Almanca yayınları izleyen ilk kuşak en azından bir yandan Almancalarını geliştirirken diğer yandan kendi dönemlerinin siyasi gelişmelerini takip edebiliyorlardı. Oysa bugün birçoğumuzun anadili Almanca olduğu hâlde Türk dizilerinden başımızı kaldıramaz olduk. Yetmezmiş gibi bir de üzerine haber bültenlerinden veya sosyal medya paylaşımlarından edindiğimiz yarım yamalak siyasi bilgiler eklenip durmakta. Elbette adeta bir “Fight Club“ işlevi gören Türkiye Büyük Millet Meclisi, gündeminden dahi bihaber olduğumuz Almanya Parlamentosundan ve Federal Eyalet Meclisinden çok daha heyecanlı. Her dört yılda bir yapılan başbakanlık seçimlerine ve Bremen dışında tüm eyaletlerde beş yılda bir yapılan eyalet seçimlerine katılan Türk asıllı Alman vatandaşlarının istatistiki oranına da maalesef henüz ulaşamadım. Ancak ne aile içi kırgınlıklara, ne saat kurmalara, ne hararetli tartışmalara sebep olmadığı için (bilinçli) katılımın ne kadar az olduğu aşikar. Seçim hatırlatmaları bile soluğu çöp kutusunda alırken ve hukuk fakültesinde Türkiye‘den ders vermek için gelen misafir hocanın kaç yılda bir seçim yapıldığı sorusuna spekülatif cevaplar verilirken vaziyetin ne kadar içler acısı olduğu ortada. En fazla önceki kuşaklar arasında kemikleşmiş bir SPD sempatizanlığı ve yeni neslin özgürlükçü “Yeşiller“ tercihi konuşulur laf arasında. Oysa 1 Kasım seçimlerinde Almanya’da tam 570 bin seçmen oy kullanmak için konsolosluklarda sıraya girmişti. Peki ama neden yaşadığımız ülkenin siyaseti bizi hiç alakadar etmiyor?

Beklentiler sadece göçmen politikalarından ibaret olmamalı
Bir çok Türk asıllı gazeteci bu sorunun Alman siyasetçilerin göçmenlere yönelik vaatlerini yerine getirmemesine veya iktidar ve muhalefet partileri arasında tartışılmaktan siyasi gelişmelerin hep yerinde saymasına bağlamakta. Buna rağmen Türk asıllı seçmenlerin Almanya’daki seçimlere bu denli kayıtsız kalmasının sebeplerini toplumsal bakış açımızdan değerlendirmekte fayda var. Bir yandan ideolojik bir yaklaşıma asimile olma kaygıları engel oluyor. Öte yandan ise beklenti alanlarımızın “göçmen“ kimliğimize tanınan haklarla sınırlandırılması iktidarın ve muhalefet partilerinin politik hamlelerini daha geniş yelpazede değerlendirmemizi zorlaştırıyor. İşin özü, göçmenliğimize binaen  bize tanınacak hakları beklemektense neden ihlal edilen hakların politik sahada gündeme gelmesini talep etmiyoruz? Kaçımız Aachen’den 70 kilometre uzaklıkta bulunan ve bu Cumartesi verdiği zarara kaldığı yerden devam eden Belçika Tihange Nükleer Santrali’nin arz ettiği tehlikeyle ilgili? Veya Alman savunma bakanlığının orduyu genişletme çabalarını halkını %56’sının desteklediği meselesi Türkiye’nin Ortadoğu politikalarıyla yakinen ilgili insanımızın neden umurunda olmaz?

11 “Yarım ağız“
Dilimizde bir şeyi “yarım ağız“ söylemek diye bir tabir vardır. Kalabalık ortamda misafir davet ederken istemediğiniz birini usûlen çağırmak gibi. Alman parlamentosunda da şu an 11 Türk asıllı politikacı mevcut. İşin komik tarafı bu 11 kişi de büyük ölçüde Türkiye’deki iktidarı eleştirmekte ve Alman siyasetine muhalefet olurken aslında Türkiye’ye muhalefet olmakta. Mevcut iktidarı desteklesin veya desteklemesin, gönül bağı kurduğu ülkesini güya onun hakları için mecliste bulunan birileri kötülemekle meşgul olursa, elbette büyük çoğunluk kendisini siyasi arenada temsil edilmiş hissedemez. Dolayısıyla sırf Almanlar tarafından kabul edilmek ve “Türklerden de siyasetçi çıktı” dedirtmek uğruna Türkiye üzerine eleştirel demeç vermenin ne kadar ilkeli bir tutum olduğu ortada.
Gerçi bu noktada “temsil“ edilmenin nasıl anlaşılması gerektiği de tartışılır. Kendi yaşadığı ülkeden ziyade Türk siyasetiyle alakadar insanımızı yine aynı şekilde daha çok Türk siyasetiyle ilgilenen siyasetçiler temsil ettiğine göre, gayet gerçekçi fakat gerçekten uzak bir temsil söz konusu.

Tüm bu kargaşaya rağmen bilinçlenmek için hiç bir zaman geç sayılmaz. Bu hafta içi Müge Anlı’yı es geçip Alman haberleriyle başlayabiliriz belki güne. Ya da işe gitmeden bir gazete ilişir gözümüze. Yeter ki farkında olalım. Farkına varalım. Belki biz zamanla değişirsek gerçekten temsil edilebiliriz. Yaşar Kemal’in dediği gibi: “mücadeleye değer.
 

Hayrunnisa Akar