Şiir tutkalı

Biliyorum, ben seninle her ne kadar Almanya gündemini konuşmak istesem de, senin için kalbinin çarptığı dilin gündemi daha önemli kalacak. Zaten yazı gecikti, gönlü hoş tutan mevzulardan bahsetmem yeğdir, okurların en hülyalı bakışlısı. Hazır 14 Şubat’ı atlatmışken, umuyorum ki sevgilisi olmayan herkes artık içindeki Canan Karatay’a kulak vermiş ve elindeki çikolata kutusunu bir kenara bırakmıştır. Elbette birbirlerine kalp şeklinde pasta ve kırmızı renkte muhtelif hediyeler vermiş olan çiftlere de 14 Şubat'ın geçtiğini keyifle hatırlatmak isterim. Yazının başlığından da anlaşıldığı üzere genelde yazıların altına sokuşturduğum mısralar bugün mevzumuz olsun istiyorum. Özellikle Türkiye’de aylardır süregelen elim hadiselerin aile içi ayrışmalara sebebiyet verdiği şu günlerde şiirden bahsetmek huzur verici olabilir. Ülkemizin Güneydoğusu'nda yaşanan acı kayıplar karşısında elbette asıl ihtiyacımız olan iki taraflı barış. Bu naif cümleyi “katil devlet“ veya “teröre lanet olsun“ demeden kurmak ne yazık ki artik pek mümkün görünmez olmuş. Zaten ben ne yazarsam yazayım herkesin fikri de sabitlenmiş. O kadar hemhal olma yoksunu olduk ki, bir ötekimiz ve kendi hih deyicilerimiz olmadan rahat hissedemiyoruz kendimizi. Hepimizin tutunacak mutlak doğru ve hatasız bir tarafı var nihayetinde.

“Biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi. İşte bağışlanmaz korkunç suçumuz“ – Ahmed Arif

Memleket meselelerini ne tencere tava alıp sokaklara doluşarak, ne “devletine baş kaldırana“ beddua ederek çözemediğimizi de umarım anlamış olan bir kaçımız vardır. Umudu daima halkta gören ve halkın mikro tablosu olarak yakın çevreden işe başlamaya taraftar biriyim. Yukarıdan tepemize indirilen hiçbir rejime inanmıyorum ve umarım inanmadan da büyüyebilirim. Artık kalabalık bir ortamda konu Türk siyasetine gelmeden oturabilenlere hayret eder durumdayız. Birçoğumuz için kuşak çatışmasını çoktan aşmış ve dostlarımızla bile aramızı açabilecek hale gelmiş bir şey siyaset. Herkes bir tarafın haini, yancısı, muhbiri ilan edilirken aynı sofrada oturmak gittikçe daha da zorlaşıyor. Hoş, bu sözün üzerine bile beni hain ilan edebilecek bir sürü insan var. Yine de şiire ve şairlerin biyografilerine olan antika merakımı anlatmaktan vazgeçmeyeceğim.

“Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var“ – Necip Fazıl Kısakürek

Birbirinden iki farklı aileyi birleştiren tek ortak nokta olduğum için sımsıkı tutunabileceğim tek bir doğru olmadı hiç. Bir tarafı tutsam diğeri ötekim olurdu. Bir tarafın ötekim olması içinse çok fazla gönül bağım vardı, ötekileştiremezdim. Zaman zaman bir tarafın görüşlerinden bazılarını kendime daha yakın hissedebilsem de, her zaman karşı tarafın da doğruluk payı olduğunu görürdüm. Oysa birçok kişi en azından aile içinde yaygın olan bir hayat görüşüyle birlikte büyür. Sonra zamanla okul ve arkadaş çevresiyle değişir belki fikirleri. Ama bu kez de etrafına ördüğü insanların fikirlerini giyer üzerine. Her grubun kaçınılmaz bir karşı grubu olur. Tek bir grubunuz varsa daha kolay seçim yaparsınız. Taraf seçince de karşı tarafla gönül bağınız yoksa, kafanız çok daha rahattır. Tebrikler, hayatı siyah ve beyaza ayırabilmişsiniz demektir.

“Birden içimde sevinçli bir gezegen keşfetmiştim“ – Didem Madak

Grileri hayatınızdan def edebilirsiniz. Oysa yaşamın bir kaç insani ve ahlaki değeri dışında hiçbir şey sadece siyah beyaz olamaz. Mesela üzerinize giydiğiniz ideolojinin ölçüsüne göre ahlak dışı gördüğünüz birinin belki de sizinle aynı hedefi amaçladığını bilemezsiniz. Ama bugünden geçmişe baktığınızda bunu bilmek kolaylaşabilir. Olaylardan çok daha uzak olduğunuz için daha mesafeli yargılayabilirsiniz fikirleri. Konumuz Türk siyasetiyse ideolojilerle neredeyse iç içe geçmiş şiirler bu mesafeyi gözlemlemek için çok uygun bir zemin oluşturabilirler. Zaman değişse de insanlar değişmezler. Bu yüzden aynı fikirler bazen kabuk değiştirerek, bazen geliştirilerek bugün yine karşımıza çıkarlar. Benim içinse tıpkı birbirinden farklı iki ailemde olduğu gibi, söz konusu şiirse bir akımı tercih etmek hiç mümkün olmadı. Elbette ki fikirsel olarak daha yakın hissettiğim şairler olsa da, kaçınılmaz olarak öyle hissetmediğim şairlerin bazı mısralarını da çok sever oldum. Sonra sevdikçe belki tamamen hemfikir olamadığım şairlerin bile dizelerinin içime işleyebildiğini gördüm. Zira okur her zaman şairlerden farklı hislerle, kendi hisleri ve düşünsel dünyasıyla okur şiiri. Kendi yaşamına yorar, kendi anısını hatırlar.

 “Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya” – Gülten Akın

Şiir sevmeyen insanlar sevenlerden çoktur elbet. Hele sosyal medya hesaplarından paylaşmak için Google’dan afili dize arayanlar haricinde kendi yaş grubum pek alakalı değil şiirle. Ama sevenlerin içinde hayal kurmaya, her şeyle dalga geçmeye biraz ara verip hissetmeye vakit ayırma kabiliyeti muhakkak olmalı. Eğer düşünceleri birbirinden belki taban tabana zıt bu özel insanların bile anımsadığı, arzuladığı, hedeflediği ortak güzellikler varsa ve biz de o güzellikleri kendi yaşamımızda bulabiliyorsak, birbirimize bu denli yabancılaşmış olamayız. Sanırım kulakları slogan borazanlarına biraz tıkayıp bizim gibi olmayanı okumak yürekleri yumuşatabilir.

“Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz“ – Nazım Hikmet

Bizim gibi olmayanın yerine kendimizi koyduğumuzda, belki onun acısını aynı mısralarda hissedebildiğimizde bizi kabaca galeyana getiren ve düşmanlar yaratan gölgelerden uzaklaşabiliriz. Memleketimizden o kadar uzakta yaşarken ve birçoğumuz geri dönmeyi düşünmüyorken bile hala duygu dünyamızı bu şiirler besliyorsa, vardır bir hikmeti. Siyasi ayrışmaların mantıksal nedenlerle olduğunu iddia edebilecek olan varsa şimdi buyursun lütfen. 14 Şubat faslını atlatabilenler de sanırım sayemde an itibariyle tekrar o çikolata kutusunu eline almıştır. Eline benim gibi kahvesini alıp düşüncelere dalanlar içinse son dize bir Yahya Kemal Beyatlı şiirinden gelsin: “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar“
 

Hayrunnisa Akar