Eğlence: 'Uyum değil, dahil eden politika'
60'lı yılların sonlarında, Almanya'ya çalışmaya gelen bir ailenin kızı Gönül Eğlence. Detmold kentinde doğup büyümüş, dört kız kardeşin en küçüğü. Kendi deyimiyle 'kazandibi, yani'.
19 yaşına kadar Detmold'de yaşayan Eğlence, Essen Üniversitesinde Türkistik ve Siyasal Bilimler okumaya başlıyor. Bu sırada İstanbul'a gidiyor ve bir yıl, bir şirkette yönetici pozisyonunda çalıştıktan sonra Almanya'ya geri dönüp Essen Üniversitesi'ndeki eğitimini tamamlıyor.
Kısa bir süre önce Birlik 90/Yeşiller Partisi Essen İl Başkanlığına getirilen Gönül Eğlence, Essen 3. bölgeden doğrudan milletvekili adayı. Eğlence şu an, yerel siyaset eğitim programları düzenleyen Kuzey Ren Vestfalya Yeşil Alternatif (GAR NRW) kurumunda eğitim birimi sorumlusu ve Essen Merkez İlçesi (1.Bölge) Belediye Başkan Yardımcısı.
Siyasete ilgin nereden geliyor?
Muhtemelen aileden gelen bir ilgi. Babam bize, haftasonları Türkçe gazete okuturdu ve ardından okuduklarımızla ilgili tartışırdık. Bu aslında Türkçemizin körelmemesi için yapılan bir şeydi ama gerek okuduklarımız gerekse tartışmalarımız siyasi konuları da içerdiği için, ister istemez bir tür hassasiyet gelişmişti.
Ayrıca doğduğum şehir olan Detmold ve çevresinde Naziler çok aktifti (özellikle 90’lı yıllarda) ve hala aktifler. Ben de bunlara karşı örgütlenen Anti-faşist-örgütlere (Antifa) katıldım. İlk eylemim de 12 yaşlarındayken, Irak-Kuveyt Savaşı sırasında, savaş karşıtı bir gösteriye katılmak oldu. Üniversitedeyken de aktiftim. İşe hep kendi çevremden başladığım için, yerel siyasete atılmaya karar verdim.
Kadın olarak siyasette yer almak zor mu?
Sanırım bu partiden partiye değişir. Yeşiller'de kadın erkek eşitliği kota uygulamasıyla gerçekleştirildiği için, bu konuda hiç bir sorun yok. Ancak, özellikle yerel meclislerde, diğer partilerde ataerkil zihniyeti hala koruyanlar karşısında durmak zaman zaman zor oluyorsa da, onlara da örnek olabilmek güzel bir şey.
Kadınlar genelde derneklerde vb. organizasyonlarda etkin olmayi tercih ediyorlar. Bunlar da elbette yapılması gereken şeyler, ancak gerçekten söz sahibi olmak istiyorsak hayırseverlilikle yetinmemeliyiz. Kararlar nerede veriliyorsa, oralara girmeliyiz.
Aslında kadınların siyasete girmesi konusundaki düşüncelerim, göçmenler için de geçerli. Neden hep derneklerle ve/veya uyum parlamentolarıyla sınırlı kalıp, gerçekten kararların verildigi yerlere gidilmiyor? Bence bu büyük bir eksiklik ve kayıp.
Göçmenlerin sesinin duyulabilmesi için herkesi siyasi partilerde etkin olmaya davet ediyorum!
Bir siyasetçi olarak en çok hangi konu ilgini çekiyor?
İstihdamda fırsat eşitliği, eğitim gibi konularla çok ilgiliyim. İyi bir eğitim, sağlıklı, dayanışmaya dayalı ve başarılı bir toplumun temelini oluşturur. Bunun için de hiç kimse, iyi bir eğitim alabilme şansından mahrum bırakılmamalıdır.
Göçmen çocukların eğitimi için neler yapılabilir?
İyi bir eğitim, kaliteli anaokullarıyla başlar. Özellikle yabancı ya da göçmen kökenli çocuklar açısından iki dilli anaokullarının açılması ve burada çalışabilecek kalifiye elemanların yetiştirilmesi şart. İlk ve orta öğretimde ise çocukların bireysel gelişimi göz önünde bulundurulmalı, müfredat ve okul sistemi de buna uygun şekilde biçimlendirilmelidir. Çocuklar, gelişim dönemlerinde farklılıklar gösterebilir, onları küçük yaşta belli bir okul tipine yönlendirmek, gelişim sürecindeki aksamaların ya da farklılıkların farkedilmesini önleyebilir. Bu, küçük yaşta çocukların gelecekleriyle ilgili, onlar için çok da doğru olmayan kararlar alınmasına neden olur. Tabii bütün bunlar göçmen kökenli olmayan çocuklar için de geçerli.
Örneğin bir çocuğun temel ilköğretim okulu (Hauptschule) türü bir okula gönderilmesi, onun meslek seçimini bir nevi sınırlandımış olur, çünkü bu okulun müfredatı belli başlı mesleklere yönelik hazırlanmaktadır. Bu okul türünden, örneğin liseye (Gymnasium) geçmek oldukça zordur ve büyük çaba gerektirir.
Oysa, bir çocuğun üniversite eğitimi alıp alamayacağı 11 yaşında belirlenemez, buna karar verilemez. Eğitim politikasında yapılması gereken en önemli şey, okul eğitiminde olabildiğince geç bir ayırım yapmak. Bunu, ortaöğretimin bitiminde; yani Almanya'da zorunlu 10 yıllık eğitimin sonunda yapmanın en doğru zamanlama olduğu bir çok yerde onaylanmıştır. İyi bir eğitim politikası aynı zamanda önemli bir sosyal uyum politikasıdır.
Almanya'daki göçmen tartışmaları hakkında ne düşünüyorsun?
Maalesef Almanya'daki göçmen tartışmaları son 50 yıldan beri aynı şekilde ve aynı içeriklerle sürdürülüyor. Oysa sosyolojik açıdan soruların çoğu çoktan cevaplanmış ve çözüm yolları da bulunmuştur. Buna rağmen, özellikle CDU gibi partilerin muhafazakar bakış açısı bu konuda ilerlememizi yıllardır engellemektedir. Hala göçmen kökenlilerin yeterli derecede uyum sağlayıp sağlamadığı sorusu sorulmakta. Oysa gerçek şu ki, bugün yeni nesil göçmen kökenli gençlerin sorunları bu toplumdan doğan sorunlardır.
Bu gençler, göçmen kökenli oldukları için değil, yeterli derecede destek bulamadıkları için 'sorunlu' oluyorlar. Çünkü 'az gelişmiş' sosyal çevrelerden gelen tüm gençlerde; göçmen kökenli olsun ya da olmasın, hiç fark etmiyor aynı sorunlarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu sorunları ancak genel toplumsal bir bakış açısıyla çözebiliriz. Yoksa, gençlerin kökenlerine bakmanın, hatta onları dini gruplara ayırmanın, bu konuya hiç bir getirisi olmadı, olmuyor.
Göçmenlerle ilgili değerlendirmelerde nerede hata yapılıyor?
50 yıllık göç tarihine rağmen hala aynı konuları konuşuyorsak, Almanya toplumu olarak, göçmenler nerede hata yapıyorlar sorusunu değil, göçmenler ve yerleşikler olarak, yani genel olarak Almanya toplumu olarak, nerelerde hata yaptık sorusunu sormamız gerekli... Ama aslında sorulması gereken şu: Almanya’da 10 yıl eğitim görmesine rağmen Almanca konuşamayan gencin sosyal çevresi mi, yoksa eğitim sistemi mi sorunludur? Bu durumdan kim sorumlu tutulabilir?
Almanca öğrenmenin önemini artık herkes anlamış durumda, ama maalesef bazı kesimler hala, iki dilli ailelerden gelen çocukların Almanca'yı öğrenebilmeleri için anaokullarından başlamak üzere iki dilli eğitim almaları gerektiği gerçeğini reddediyor. Sorun şu, eğer bu kabul edilirse, eğitim sisteminde ne denli yanlış varsayımlardan yola çıkıldığı ortaya çıkar ve böylece bugünkü okul sistemi savunucuları, ellerindeki argümanları kaybetmiş olurlar.
Peki, ailelerin rolü nedir bu eğitim sürecinde?
Aile de önemli bir faktör elbette, ancak bir çocuk, ailesi tarafından çeşitli nedenlerle yeterince desteklenememiş olabilir, gelişim döneminde yaşadığı çevre olumsuz etkilemiş olabilir. İşte tam da bu nedenlerle bu çocukların özellikle desteklenmesi gerekiyor. Suçu çocuğa ve ailesinin kökenine atmakla hiç bir yere varılamaz, tam tersine durum daha da kötüleşir. Bu çocuklara, sürekli yabancı olduklarını ve bu sebeble 'başarısız' olduklarını anlatırsanız, onlar da buna inanmaya başlar ve ümitsiz bir şekilde kendi içlerine çekilirler.
Bahsettiğim bu çocuklar Türkiye, Lübnan ya da İtalyan kökenli olabilir, ama sonuçta onlar, Almanya toplumunda sosyalize olan bireylerdir ve bu topluma aittirler artık.
Peki nasıl bir göçmen politikası olmalı?
Herşeyden önce toplum olarak şunu kavramalıyız: Almanya toplumu, farklı kökenlerden geleninsanlardan oluşan bir yapıya sahiptir. Uygulanacak göçmen politikası 'uyum' politikası değil 'dahil edici' (inklusiv) bir politika olmalı. Böyle bir bakış açısıyla Almanya toplumunun sürekli devinim ve değişim halinde olduğu, ama daima özgün olduğu (yani,göçmen kökenlilerin gelmiş oldukları ülkeler sadece ikinci ya da üçüncü derecede etkili olduğu) gerçeği kabul edilmiş olur. Bunu kabul ettikten sonra da, nihayet göçmenlerle ilgili tartışmalarda artık 'onlar' ve 'onların ülkesinden' söz etmekten vazgeçecek, Almanya toplumunun gerçekliğinden söz edip çözümü burada arayabileceğiz.
Başbakan Angela Merkel'in başlattığı 'Dialog über Deutschland' aksiyonu hakkında ne düsünüyorsun?
Tamamen 'reklam' amaçlı yapıldığını düşünüyorum. Böyle bir katılım aksiyonu, ancak 'daimi' bir platform olursa gerçekten demokratik anlamda katılım sağlamış olur. Tek seferlik bir katılım hiç bir şey ifade etmez. Sanki insanlara ömürlerinde bir kez oy hakkı vermiş gibi olur, oysa ben her konuda her zaman fikrimi söyleyip, dinlendiğimi bilmek isterim. Eğer demokraside süreklilik sağlanmak isteniyorsa vatandaşlara, seçimler dışında, bir sefere mahsus söz hakkı verilmemeli; bu her zaman olmalı.
İnternet kullanımının göçmen kökenliler açısından büyük bir getirisi var. Sıkça kullanılan bu teknoloji sayesinde özellikle yerel siyasette nihayet, seçme ve seçilme hakkı olmayanlar da fikirlerini beyan edebiliyor ve oy kullanabiliyor. Dolayısıyla bu tip demokratik katılımı çok daha fazla siyasi alana taşımak şart. Ancak farklı kitlelere ulaşabilmek adına, yani sadece interneti kullanabilen kitleyle sınırlı kalmamak adına, internet katılımının yanısıra, farklı katılım olanakları da sunmak gerekir.
Sadece internete dayanan bir demokrasi, sağlıklı değildir, çünkü sadece sınırlı bir kitleye ulaşır; örneğin yaşlılar, internetle ilgisi olmayanlar, engelliler için de katılım biçimleri geliştirilip onların katılımını da sağlamak gerekir. Ayrıca hayli yeni olan bu alanın manipülasyona açık olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Angela Merkel'in bu platformla yapmaya çalıştığı şeyin, imaj kampanyası dışına çıkamayıp çok da inandırıcı bir girişim olamadığı düşüncesindeyim.
Sence gençler yaşadıkları toplumla yeterince ilgili mi?
Neden olmasınlar? Tabii ,bu tip sorular sorulurken aslında kastedilen şey, gençlerin bizim ön gördügümüz şekilde ve bizim istediğimiz kitleyle yeterince ilgililer mi sorusudur. Oysa bu çok yanlış, örneğin 15 yaşındaki bir genç elbette kendi çevresi ve ilişkide olduğu kitleyle ilgilidir; arkadaslarına önem verir, hemen her konuda onların fikirlerini sorar, onlardan etkilenir. O gencin kitlesi, toplumu onlardır ve o da onlarla yeterince ilgilidir.
Burada üzerinde asıl durulması gereken, gençlerin toplumla yeterince ilgilenip ilgilenmediği değil, tam tersine toplumun gençlerle, onların fikirleriyle, duygularıyla, korkularıyla, umutlarıyla yeterince ilgilenip ilgilenmediğidir. Biz, gençlerimizi anlamak, onların hayatını kolaylaştırmak için ne yapıyoruz, neler yapabiliriz? Bunun için gençlerle diyalog kurmak gerekiyor. Onlara ulaşmak için de yeni teknolojilerden yararlanmak gerekiyor.
Bu kadar yoğun bir programı olan biri olarak boş zamanın var mı, neler yapıyorsun?
Ailem yakınlarda olmadığı için mümkün olduğunca onları ziyaret etmeye çalışıyorum ve genelde bu ziyaretleri dinlenme fırsatı olarak kullanıyorum. Bunun dışında arkadaşlarımla buluşup sosyal hayatımı canlı tutmaya çalışıyorum. Zaman zaman yemeğe çıkıyoruz, çeşitli etkinliklere katılıyoruz. Arkadaşlarımla mangal partilerine katılmak da ayrı bir keyif. (Gülüyor) Aslında kitap okumayı çok seviyorum, ama itiraf ediyorum ki eskiden olduğu kadar çok zaman ayıramıyorum okumaya.
Genellikle, hava durumu da elverişliyse, dışarda olmaya çalışıyorum, ya yürüyüş yapıyorum, ya bisiklete biniyorum ya da bir parkta uzanıp kitap okuyorum. Bunların dışında 'boş zamanımda' bir de doktora tezi hazırlamaya çalışıyorum.
Söyleşi: Hülya Sancak – (Almanya Bülteni) – Essen