-
Aa
+
 20/08/2010
 

Yunan turizmciliği - Yücel Sivri

'Yaz tatilimizi Yunanistan ve Türkiye’de geçirdik' diyecektim ama 'Yaz tatilimizi Türkiye’de geçirdik' demek durumundayım.

Gazetecilik dönemim öncesinde yaptığım işlerden biri de turizmcilik idi. O nedenle turizm işinden anlarım biraz. Bu yaz tatilimiz esnasında biraz da her iki ülkenin turizmcilik anlayışını karşılaştırma imkanım oldu. Nasıl mı? Anlatayım:

İznimizde kendi aracımızı kullandık. Bir Pazar sabah çok erken saatlerde Berlin’den yola çıktık ve ertesi gün öğleden önce Yunanistan’da idik. Bu ülkede kalmayı düşündüğümüz yer yolumuzun üstünde bulunan Kavala kentine yakın, daha önce de kaldığımız, bildiğimiz Nea Peramos sahil kasabası idi. Yolların ne halde olduğunu bilemediğimizden ve dolayısıyla ne zaman varabileceğimizi kestiremediğimizden önceden rezervasyon yapmamış, oraya vardığımızda nasıl olsa uygun bir kalacak yer buluruz diye düşünmüştük. Ne Peramos’a vardığımızda gözümüze kestirdiğimiz, yaklaşık 50-60 odalık bir otelin resepsiyonunda 75-80 yaşlarında Yunanca dışında hiçbir dili konuşmayan ve anlamayan kambur ve bıyıklı bir nine vardı. Hiçbir konuda anlaşamadık. Bu başarısız denemenin ardından yan tarafta bulunan bir başka küçük otele geçtik. Büyük ve sık bir otel zaten buralarda aramayın. Bu otelde resepsiyona benzer bir mekânı beyhûde aradık. Sonra yoldan geçen bir adam Yunanca: 'Yan taraftaki dondurmacıya gidin' dedi. Bunu anlamamız 2-3 dakikamızı aldı belki ama anlar anlamaz oraya koştuk. Ardımızda 30 saatlik yorucu bir yolculuk bırakmıştık ve bir an önce duş alıp kestirmek istiyorduk ailece. Dondurmacıdaki tezgâhtarın aynı zamanda yandaki otelin resepsiyonunu da idare ettiğini öğrendik öğrenmesine ama onu, muhtemel rant mevzisini terkedip bize oda göstermeye iknâ etmek yine epeyi zaman aldı. İki oda gösterdi nitekim. İkisi de birbirinden beterdi. Burada bir lüks beklentimiz yoktu belki ama hiç olmazsa sağlık koşullarına da uygun olmalıydı kalacağımız oda. Üstelik gülerek ve pervasızca istediği yüksek ücret de cabasıydı. Derken beklentilerimizi bir nebze karşılayan bir oda bulduk ve sevinç içinde tam yerleşiyorduk ki, otelin ayakçısı koşa koşa gelip burasının da daha önce tutulmus olduğunu, bir grup için ayrılmış olduğunu, bunu da şimdi telefonla öğrendiklerini bildirdi. Bir özür mü? Nafile!.. Bu da ilginç bir turizmcilik anlayışı. Söylene söylene eşyalarımızı arabaya geri taşırken şaşkınlık içindeydik.

Daha sonra çevrede ve komşu kasaba Nea İraklitsa’da binbir çaba ile soruşturup öğrendiğimiz ve teftiş ettiğimiz oteller de kalınacak gibi değildi. Ya sıradan 2-3 yıldızlı ve izbe otellere 4-5 yıldız fiyatı istiyorlardı ya da sağlık veya güvenlik çekincelerimiz vardı. Sonuçta Yunanistan’da kalma sevdamızı aile meclisinde yeniden gözden geçirip yorgun argın İpsala hudut kapısının yolunu tutmaya karar verdik.

Ancak işin kötüsü yukarıda anlattığım türden tecrübeleri 2000’lerde Yunanistan’da geçirdiğimiz izinlerde çeşitli alanlarda esnaf bize çok kez yaşatmıştı. Oysa bu durum çok önceleri böyle değildi. Bildiğimiz, tanıdığımız Yunan mantalitesi bu değildi. Sanırım Avrupa Birliği üyesi olmak Yunanistan’da bazı işleri zıvanadan uğratmış, miskinleştirmiş insanları, adeta kimi sektörlere ve zihniyetlere sekte vurmuş. Yunanistan’ın içinde bulunduğu ve ayyuka çıkan ekonomik kriz de zaten bu gelişmenin aynası olsa gerek.

Türkiye’ye geldiğimizde ise bu ülkenin tam bir çelişkiler diyarı olduğunu gözlemledik. Turizm alanında hatalarla birlikte işler yolunda. Hizmet sektörü o geleneksel yapıcı çizgisinde ilerliyor. İçinde yaşadığımız sosyo-coğrafyada insanların alabildiğine süratli dönen bir dinamizmi yaşattıklarına ancak birçoğunun da bu dinamizm çarkının hızına ayak uyduramayıp unufak olup yittiklerini ya da yitme yolunda olduklarını gözlemledik. Tözel ve tinsel çöküş 80’lerin ortasında çizilen güzergâhında ilerleyedursun, iktisadî ve ticarî göstergeler de ne denli olumlu olsun, Türkiye içine girdiği 'T’ler-Kıskacı' olgusundan kurtulmalıdır. İzninizle bu kavram ile ne ifade etmek istediğimi de bir sonrakı yazımda aktaracağım.

Saygılarımla...

Yücel Sivri