-
Aa
+
 15/07/2012
 

Dört bin çocuk elden gitti - Ali Yağız

Batı Avrupa Türkleri zaman zaman ana vatandan devlet erkânınca ziyaret edilir. Genelde devletin resmi kurumlarınca ya da sivil toplum kuruluşlarınca ağırlanan misafirler, ziyaret ettikleri ülkelerdeki Türk insanının problemleriyle alakalı bilgiler alır, görüşler serdederler.

Yakın tarihte Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın ihdasından sonra bu kurumdan sorumlu başbakan yardımcısı ve yurtdışı Türklerinden de sorumlu bakan sayın Bekir Bozdağ son ziyaretinde, Almanya’da devlete ait Gençlik Daireleri’nde 4 bin Türk çocuğunun olduğunu, buradan da Türkler almayınca Hıristiyan ailelerin yanına verildiğini, çocukların ailelerinden alınmaması için mücadele yapalması ve ailelerin bilinçlendirilmesi gerektiğinden bahisle, herkesi göreve çağırdı.

Sayın bakanın söylediklerine içtenlikle katıldığımızı belirtmekle beraber, topun özellikle de yurtdışındaki vatandaşlara atılması, bize göre çözüm değil. Çünkü problemin kaynağı konumundaki vatandaşlarımız -her ne kadar meseleye çözüm üretme potansiyeline sahip olsalar da- bu güne kadar problemi zaten çözememişler. Sorunların tespiti elbette yerinde, ama çareler konusunda Türkiye olaya el atmalı ve gerek Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ve gerekse Yunus Emre Enstitüsü aracılığıyla çareler üretilmelidir.

Özetle; konu bir asimilasyon endişesi ise ve biz bunu arzulamıyorsak, topyekün bir faaliyet gereklidir. Bunun için de Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da bu konuda etkin rol oynamalıdır. Ama realite şu ki; bugün itibariyle mesela Almanya’da birçok Eğitim Ataşeliği boş, atama yapılmıyor!

Bize göre Eğitim Ataşeliklerinin yanında Avrupa genelinde ki tüm konsolosluklarda Kültür Ataşesi olabilir ve bu sayede hem çatı kuruluşları ve hem de ayrım gözetmeksizin tüm derneklerle irtibata geçip ortak faaliyetlerle ailelere kadar inilerek, kültürel değerlerin korunması noktasında faydalı çalışmalar yapılabilir.

Mesela, Avrupa’daki camilerin fonksiyonları Türkiye’dekilerle kıyaslanamayacak derecede farklılıklar arz eder ki, hem camii dernekleri ve hem de kültür ve spor dernekleriyle vatandaşa ulaşmak mümkündür.

Her ne kadar geçtiğimiz yıllarda o zamanki ismiyle Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nca Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yapılan ve gerek çatı kuruluşları ve gerekse vatandaşlarla birebir yapılan görüşmelerle bir durum tespiti yapıldıysa da; vatandaşımız tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanan ve ‘Nihayet devlet baba geldi’ şeklinde haberlere konu olan ziyaretlerin devamı gelmediği gibi, verilen sözler de verilen yerlerde kaldı maalesef.

Bütün bunların ışığında Batılı ülkelerde halen daha örnek gösterilen ‘Türk Aile Yapısı’nın özellikle çekirdek aile tipine bürünerek git gide dejenere olduğunu, yapılan evliliklerin yarısına yakınının kısa sürede bittiğini, kültürün ana öğelerinden din, dil, örf ve adetlerin gündelik hayatta önemini yavaş yavaş yitirmesiyle asimilasyona adım adım yaklaşıldığını gözlemlemek hiç te güç değil.

50 yıl önce Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gönderilen insanımızın devlet tarafından yalnız bırakılması, insanımızı bugünkü tehlikeli sonuca düçar hale getirmiştir. Bugün için dört bin çocuk belki elden gitti ama tedbir alınmazsa devamı da kaçınılmaz!

Bütün bunlara rağmen ‘hatanın neresinden dönülürse kârdır’ misali, her şey bitmiş değildir. Hiç olmazsa mevcut duruma müdahale ederek ve gelecek kuşakların asimile olmaması için devlet ve Batı Avrupa’daki insanımız elbirliği yaparak, her taraftan adeta abluka altına alınmış olan kültürel değerlerimizin muhafazası sağlanabilir. Bunun için de icraat gerekiyor elbette.

Bu ve benzeri tedbirler sayesinde ancak asimilasyona karşı durmak mümkün görünüyor. Bunun için de ilk etapta hamle devletten gelmeli ve devlet, Batı Avrupa’daki vatandaşlarına elini uzatmalıdır.

Türk siyasi tarihinde önemli bir simanın dediği gibi; Lafla peynir gemisi yürümüyor, maalesef.

Ali Yağız

aliyagiz@web.de