-
Aa
+
 27/01/2009
 

Adil Dönmez yazdı

Avrupalı Türkler aptal mı ?

Türk Televizyonlarının Avrupa yayınlarında yer alan reklamlar kelimenin tam anlamıyla 'evlere şenlik'. En son bir Türk huzurevinin reklam filmleri yayınlanıyor. Sektör olarak zor bir çalışma tabi. Türk toplumunda hoş karşılanmayan ve istenmeyen bir konuyu sevimli göstermeye çalışmışlar. Ama ortada bir sorun var. Reklam metnini incelediğimizde ve reklam filmini izlediğimizde büyük bir çelişki var. Ailemiz çok iyi niyetli ve babalarına çok iyi bakıyorlar. Ancak babamız ne ilginçtir ki, kendi ailesinin bu 'üzerine titremesi' ile yetinmiyor, bu onu mutsuz ediyor ama huzurevinde mutlu oluyor. Huzurevine gidenler, bakacak kimsesi olmayanlar ve aileleri tarafından istenmeyen kişilerdir. Bir reklam filmi ile bir toplumun sahip olduğu değer yargılarını ve oluşmuş bir yapıyı yıkmak veya yok saymak ne kadar akıllıca? Ailemiz iyi davranıyorsa babamız neden mutsuz? Bir ailenin ve insanın kendi kanından olanların tüm iyi niyetleriyle örülü çabası bir insanı mutlu edemiyorsa nasıl bir hizmet profili ailesinden uzakta bunu başarabilir?

Türk insanının aile yapısı, aile içi ilişkileri, 'yuva' kavramı ve 'vefa' duygusu nasıl bu kadar anlamsızca bir reklama malzeme edilebilir ve bir toplum nasıl bir reklam filmiyle 'aptal' yerine konulabilir? Bu reklam filmiyle ne mesaj verilmek isteniyor? ' Siz kendi babanıza iyi bakamazsınız, getirin biz huzurevimizde bakalım ' mı deniliyor? Tamam siz ürününüzü satmak ve reklamınızı yapmak isteyebilirsiniz. Ama bunu yaparken bir şeyleri yıkmanıza gerek yok. Siz kendinizi tanıtın, ürününüzü methedin yeter. Bu senaryo ve fikir hangi aklı evvelin bilmiyorum ama bizim başımızın tacı ettiğimiz, onların da hedef kitlesini oluşturan yaşlı insanlarımızın büyük bir antipatisini kazandıkları kesin.

Tabii işi bilenler bilirler. Yapılan reklam filmi markayı konumlandırır. Çok hassas bir konudur. Algılamalar, alışkanlıklar, bilinçaltı ve zihinsel kodlar çok önemlidir. Pek çok firma ne yazık ki Avrupa'da bu gerçeği göz ardı eden reklamlar yapıyorlar. Adeta kendi kendilerine zarar veriyorlar. Kendi paralarıyla markalarına darbe indiriyorlar. Ticari anlamda intihar ediyorlar denilebilir.

Bir reklam filminde 'Üstün Alman teknolojisi …………….garantisiyle şimdi Almanya'da' diye bir ifade var. Bu cümle üzerine ne denir ki? Teknolojiyi üretmeyi başaran Almanlar, kendi ürettikleri teknolojiyi kendi ülkelerine getirmeyi becerememiş bizim Türk reklamcılar becermiş.

Bir de 'tele-marketing' reklamları var. Uzun, sıkıcı ve iğrenç görüntülerle dolu reklamlar birbiri ardına defalarca geliyorlar. Aynı durum telefon hatları satan firmalar için de geçerli. Bir arkadaşımız 'O' IQ ile 10 maçta 44 gol atmış, ne zeka ne reklam ama. Bir de tabi denetimden uzak reklam kuşakları var. Kuşak bitiyor, ama reklamlar bitmiyor, hızını alamıyor, reklamdan sonra üç beş reklam daha giriyor. BBR diye bir şey icat etmişler, Bu bir reklamdır yazıyorlar…

Bant reklamlar da evlere şenlik. Standartlara göre bant reklamlar 8 sn. ve ekranın yüzde yirmisinden az olmak zorunda. Ama sağolsunlar bant reklamlardan ekran görünmüyor. Ekranın yarısını kaplıyor reklamlar, izleyenleri kızdırıyor, nefret uyandırıyor. Reklam veren sempati oluşturmaya çalışırken tersi yaşanıyor. Bant reklamların ekrana gelişi ile ilgili aralıklar konusunda da standartlar var ama uyan yok. Bant reklamlar peş peşe geliyorlar.

Peki neden Televizyonlarımız böyle yapıyorlar? Cevabı çok basit. Daha çok para kazanmak için. Peki öyle mi oluyor. Uzun vadede hayır. Aslında bu tam bir kısır döngü. Bugün televizyonlarımızın Avrupa yayınları üst limit olarak 5 €'yu geçemiyor satışlarında. Alt limit '0' rakamına yakın bir noktaya kadar geriliyor. Bu gidişle reklam veren bulamayacaklar. Aslında Avrupa'daki Türk televizyonlarının reklam birim saniye fiyatlarının 10 – 20 € fiyat aralığında olması lazım. Ama bu rakamları şimdiki Televizyon yöneticilerimiz rüyalarında bile göremezler. Fiyatlar bu kadar düşük olunca yayınlar çoğalıyor, kalite düşüyor ve reklama ihtiyacı olmayan yerel müşteriler bile büyük televizyonlarda reklama girebiliyorlar. Milyon cirosu olan bir marka ile küçük bir market aynı reklam kuşağında rezervasyon yapabiliyor. Bu durum dünyanın başka hiçbir ülkesinde yoktur sanırım.

Aslında TV yöneticilerimizi suçlamak da yersiz. Avrupalı Türkleri herkes gibi onlar da sadece 'para' olarak görüyorlar. Bu geçmişte de böyle oldu, gelecekte de sanırım böyle olacak. Bunu anlamak için TV kanallarımızın (4 büyük kanal) Avrupalı Türklere ne verdiğine bakmak yeterli. Ne aldığını zaten biliyoruz. Manzara 'vermeden almak' şeklinde özetlenebilir. Peki ne olacak? Hiç bir şey. Daha uzunca bir süre, sıkıcı,kalitesiz, saçma sapan ifadeler içeren, profesyonellikten uzak reklamlarla kirlenmiş ekranlarda sevdiğimiz dizileri izlemeye çalışacağız. Birileri bu gidişe dur deyip, kaliteli yayıncılık nasıl yapılır, gösterene kadar…

ADİL DÖNMEZ