-
Aa
+
 17/07/2014
 

Almanya Treni Belgeseli

arif-senturk-nester

 

Bitmeyen Göç - Almanya Treni Belgeseli ve bu çerçevede Almanyalı Türkler hakkında bir analiz. Arif Şentürk yazdı.

Arif Şentürk

Yarım asırdır yoğun olarak Almanya’dayız. Gelin bu 50 yılın bir muhasebesini yapalım. Bunu yaparken de yaşanmış bazı olaylardan örnekler vererek meramımızı daha iyi anlatmaya çalışalım.

Ne zaman konu Almanya’daki Türkler’e gelse, artık Almanya’da vasıfsız işçi olmadıkları, nitelikli bir toplum haline geldikleri söylenir. Bir taraftan Almanya’daki sivil toplum örgüt(çük)lerinin yöneticileri, bir taraftan da Türkiye’den buraya ziyarete gelen siyasetçiler ve toplum mühendisleri(!) her fırsatta babaları ve dedeleri vasıfsız işçi olan Almanya’daki yeni kuşakta artık çok sayıda akademisyen, doktor, mühendis,sinema oyuncusu, futbol yıldızı, yönetmen… olduğunu ve Almanya’daki Türk firmalarının Alman ekonomisine bilmem ne kadar Euro katkı sağladıklarını böbürlene böbürlene anlatırlar.

Yani her iki taraf Almanya’da nitelikli bir Türk nüfusunun varlığını sadece ifade ederler. İfade ederler diyorum, çünkü Türkiye’den Almanya’ya gelen yetkililerin büyük bir bölümü genellikle buradaki Türklerin durumundan haberdar olmadıkları için, bu ifadeleri genelde bir tekerleme, bir slogan gibi, vaziyeti kurtarmak için kullanırlar. Almanyalı Türkler’de ise durum biraz daha gariptir. Onlar da Almanya’da nitelikli insan gücü olduğunu her an görüp duydukları ve yaşadıkları için, inanarak söylerler, ama bu nitelikli insanların bir yerden destek almadan kendi başlarına bir şey yapabileceklerine pek inanmazlar. Oysa, bu eğitimli yeni kuşağın içerisinde Avrupa’nın en büyük özel televizyonlarında sunuculuk yapandan tutun da, Almanya’nın en önemli medya grubunun CEO’larına danışmanlık yapanlar bile var. (Hepsinin başarılarını burada saymaya kalkarsam, liste uzar) Hani derler ya, balık suyun içerisinde suyun kıymetini bilmezmiş diye, işte onların hali de bu…

KENDİNDEN EMİN OLMAYANLARIN HAZİN SONU

İsterseniz Almanyalı Türklerin kendilerine bakışına çok iyi örnek olacağına inandığım bir anımı paylaşayım da, konuyu daha iyi kavrayalım. Yaklaşık 10 yıl kadar önce Almanya’da eğitimlerini tamamlamış bir çoğu iş hayatında da önemli başarılara imza atmış 50’ye yakın Türk akademisyen ile bir araya gelerek Almanya Gündemi’nde erimek yerine, zaman zaman gündemi belirleyecek, moda tabirle bir 'lobi' örgütü kurmaya karar verdik. Bu işin lobi olarak adlandırılmasına muhalif olmama rağmen, bu noktaya kadar pek aykırı görüş bildirmedim. Bir baktım ki, bu iyi niyetle başlanan iş farklı istikamete kaymaya başladı. Aralarında Almanya’daki eğitimlerinin üstüne bir de Amerika tecrübesi olan bu arkadaşlar bakın ne teklif ettiler: 'Türkiye’de o dönemlerde oldukça popüler olan ve aynı zamanda bir siyasi partiye danışmanlık da yapan ve şu anda da T.B.M.M.’de parlamenter olan bir siyaset bilimci Almanya’da kuracak olduğumuz örgütün programını bizim için yazsın.(!)' Şimdi bu teklife ne denir? Benim aklıma 'Buyrun cenaze namazına' demek geldi… Olayı daha açık ifade edelim. Bu lobici arkadaşlar utanmadan burada kuracakları örgütün programını Türkiye’den gelecek bir akademisyene yazdırmanın doğru olacağını savunuyorlardı. Ben de o toplantıda bulunan birisi olarak aynen şu ifadelerle işin garabetini anlatmaya çalıştım: 'Yabancı olduğumuz ve bir çok zorluklara mücadele sonunda bu sistem içerisinden sıyrılarak Almanya’nın en iyi üniversitelerinden mezun olan 50 akademisyen olarak bu oluşumun programını yazamayıp bu iş için Türkiye’den, burada hiç yaşamamış, burayı bizim kadar tanımayan bir akademisyen çağırıp bu işi ona yaptıracaksak, bu işe hiç başlamadan kapıya kilit vuralım.' Başlar bu sözlerin ardından kısa bir süre için öne eğilse de, feryadım bu ezik ve adeta dilenen anlayış karşısında kabul görmedi. Sonunda istedikleri kişi buraya gelerek nasıl çalışmaları gerektiğini bizim lobici(!) arkadaşlara anlatmaya çalıştı. Bu lobici arkadaşlar o gün bu gündür genellikle buradaki gelişmeleri bir kenara bırakarak Türkiye’deki siyasi gelişmeleri takip ederek kendi kendilerine lobi yaptıklarını sanıyorlar.

Ben Türkiye’den buraya derneğin programını yazmak için gelen o siyasetçiye kızmıyorum. Adama iltifat edip onu buraya çağıran, kendine güveni olmayan, ama iş eleştirmeye gelince dili bir karış dışarıya çıkanlara kızıyorum. 'At sahibine göre kişnermiş' sözü bu durumu çok iyi anlatıyor. Başka söze lüzum yok.

YÖNETMENSENİZ İŞİNİZİ YAPIN

İşte bir dönem bu biraz önce hallerini anlatmaya çalıştığım lobici örgütün genel başkanına danışmanlık da yapan bir kişi geçenlerde İstanbul Sirkeci Garı’nda 'Almanya Treni – Bitmeyen Göç' isimli Almanyalı Türkler hakkında hazırlanan belgeselin galasına katılmış ve belgeselin galada sunumu yapılan kolajı ile ilgili geniş ve engin tecrübesiyle(!) bir eleştiri yazmış köşesine. Belgesel ona göre tam bir hayal kırıklığı imiş. Hatta ihanetmiş. Bununla da yetinmemiş ve bakın bir yönetmen gözüyle neler döktürmüş : ' … Tekniğini, kurgusunu işlenişini, ışığını, akışını ve görsellik-işitsellik boyutlarını gönül rahatlığıyla eleştirebilir başarısız olduğunu iddia edebilirim… Çok lüzumsuz ve alakasız isimlerle röportajlar yapılmış ama doğru isimler de var. Ama muhataplarını, kariyerlerini ve geçmişlerini bilmeden ezbere röportaj yaparsanız, dünyanın en başarılı piyano sanatçısından zurnada peşrev çalmasını istersiniz….'

ÜRETEN İNSANLARA DİL UZATMAYIN

Kimse yanlış anlamasın. Eleştirilere karşı sonsuz tahammül gösterilmesinden yanayım. Şimdi ben de yukarıdaki eleştiriyi eleştirme hakkımı kullanmak istiyorum. Benim eleştirimi de okuyup, kararı okuyucularımız versinler.

Belgeseli hazırlayan şirket taaa Türkiye’den bu işin maddi kaynağını bulacak. Ekibi ile Almanya’ya gelip onca kişiyle görüşecek, röportajlar yapacak ve bunca keşmekeşin ardından ortaya bir eser koyacak. Sonra da bunu yayınlayacak bir kanal bulacak. Siz de Almanya’da yaşayan ve bu işlere kafa yorma iddiasında bir yönetmen olarak hariçten gazel okuyacaksınız. Üreten, ortaya bir eser koyan insanlara bu kadar haksızlık yapmayın. Ben şimdi sizin yönetmenliğinizi sorgulamadan sizden bir istekte bulunmak istiyorum.

ÇAPINIZ YETMEZ

Zaman zaman danışmanlık da yaptığınız Almanya’dan yayın yapan televizyon kanallarını daha güzel bir belgesel yapmak için ikna etseniz, ikna etmekle kalmayıp aynı zamanda eleştirdiğiniz belgeselin daha iyisini yapmak için bir yönetmen olarak 'motor' deseniz ve Türkiye’den gelip bizim hakkımızda belgesel çekmeye kalkanlara da bu işin nasıl yapılacağını bir gösterseniz, çok hoş olurdu. Size söz veriyorum, böyle bir projeye imza atarsanız, kayıtsız şartsız destek olacağım. Çekeceğiniz belgeseli ARTE, ARD, ZDF gibi kanallarda yayınlatmaya kalibrenizin uygun olmadığını tahmin ettiğim için, belgeselin istediğiniz Türk kanalında yayınlanmasına da razıyım. Yeter ki, ortaya bir eser koyun.

Şimdi Almanyalı Türklerden birisi olarak biraz öz eleştiri yapayım. Böyle bir belgeseli yapmak, öncelikle burada yaşayan yönetmenlere düşmez miydi? Şayet kendi alanınızda ortaya bir eser koymuyor, ya da koyamıyorsanız, eser koyanları tenkit etmeyi bırakın. Böyle yapanlara İbrahim Tatlıses’in meşhur 'Urfa’da Oxford vardı da, gitmedik mi?' sözü ile cevap vermek geliyor içimden: 'Bizimle ilgili bir belgesel çektiniz de beğenmedik mi?'

 

Arif Şentürk

Senturk(at)almanyabulteni.de

 

 

GÜNÜN SÖZÜ: 'Kabiliyetsizliğe tahammül acziyettendir.' Yavuz Sultan Selim

 

GÜNÜN SORUSU: Dortmund’da yapılan Türkçe Çalıştayı’nda sunum yapanlardan bazılarının Türkçe konuşmaktan aciz olmasına ne demeli? Cevap yukarıda. :-) Aciz olmayanlar üzerine alınmasınlar...