-
Aa
+
 17/07/2014
 

50. yıl vasiyeti

arif-senturk-nester

 

Almanya’ya Türk İş Göçü’nün 50. yılının ardından geleceğe dair bir değerlendirme. Arif Şentürk yazdı.

Image
Arif Senturk nester

Babalarımızın Alman doktorlar tarafından ağzındaki dişlere bakılarak Almanya’ya getirilmelerinin ardından 50 yıl geçti. Yazıya böyle başlamamın nedeni bu konuyu dramatize etmek değil. Niçin böyle başladığımın cevabını yazımın sonunda anlayacaksınız. Kısa yoldan bu 50 yılın muhasebesi yapıldığında 'Almanya acı vatan'’ı 'Almanya ikinci vatan' yapan bu ilk kuşağın çok başarılı olduğu ortaya çıkıyor. Bu kuşağı takip eden kuşakların ne kadar başarılı oldukları ayrıca tartışılabilir.

İsterseniz 1960’lı yıllara dönelim ve biraz sesli düşünelim. Bu insanlar hiç bir hazırlık yapmadan 1960’lı yılların Türkiye’sinden kalkıp, dili, dini ve kültürüne tamamen yabancı oldukları binlerce kilometre uzakta olan başka bir ülkeye önce tek başına geldiler. Bunun ardından, özellikle Almanya’nın, daha sonra da Türkiye’nin o yıllarda uyguladığı yanlış politikalar neticesinde, bu gün bile dilini hala konuşamadıkları bir ülkede, çocuklarının üniversite eğitimi almalarını sağlayarak önemli bir başarıya imza attılar. Bu gün itibarıyla Almanya’da başarı öyküsü yazmış binlerce ikinci ve üçüncü kuşaktan insan var. Bunların tamamının, tarihçilerin çok kısa olarak değerlendireceği 50 yıl içinde olması, bu başarıyı daha da anlamlı kılıyor. Ayrıca birinci kuşağın çoğumuzun bildiği, bazılarının bilerek kabul etmediği, bir özelliği daha var. Bu kuşak bunca yıl ne Almanya ne de Türkiye’ye karşı 'NEIN =HAYIR' kelimesini neredeyse hiç kullanmamıştır.

30 YIL HİZMETİN KARŞILIĞI

Bu gün ara sıra iki tarafa da hayır diyebilen bir çok kişi var Almanya’da. Bunlardan birisi de ikinci kuşaktan olan bir akademisyen bir arkadaşım. Arkadaşımın ismini kamu görevlisi olduğu ve bu yazıdan onun haberi olmadığı için, açıklamak istemiyorum. Dün onunla sohbet ederken konu döndü dolaştı ve 'ne olacak buradaki halimiz?' ’e geldi. İşte tam o anda arkadaşım birden kolundaki saati gösterdi ve bu saatin hikayesini anlattı gözleri parlayarak. Şu anda emekli olan ve çeşitli sağlık problemleri ile mücadele eden babasına, çalıştığı firma tarafından 30 yılını doldurduğunda hediye olarak verilen saatmiş kolundaki saat. Sakin ve huzurlu bir ses tonuyla anlattıklarına kulak verelim: 'Bu gün emekli olan babam saymakla bitiremeyeceğim bir çok sağlık problemleri ile savaşıyor. 30 yıl hepimizin babası gibi, kendi çapında savaş yorgunu olan Almanya’nın kalkınması için fedakarca çalıştı. Bu çalışmayı zaman zaman o kadar abartmış olacak ki, bu gün bir çok sağlık problemiyle karşı karşıya. 30 küsür yılın karşılığında çalıştığı firmadan babama bu kolumdaki saati hediye olarak verdiler. Bu saat benim bu günkü ve gelecekteki başarılarımın en önemli sembolü. Sakın yanlış anlaşılmasın. İçimde saati verenlere karşı bir kin yok. Nasıl ki, babam Almanya’nın kalkınmasına elinden geldiğince katkı sağladıysa, ben de yeni ülkem Almanya’nın daha iyi bir yere gelmesi için, bu ülkenin bana kazandırdıklarıyla, tahsilimle orantılı olarak katkı sağlamak istiyorum. Tek isteğim ülkem için ( Almanya’yı kasdediyor ) sorumluluk almak. Bu yolda bu kolumdaki saat benim en önemli enerji kaynaklarımdan bir tanesi.' Almanya ve Türkiye’de yetkiyi elinde bulunduranlar bu sesi bir yere not ediversinler bir zahmet. Zira önümüzdeki dönemde bu ve buna benzer sesleri hep birlikte daha fazla duyacağız.

EN İSABETLİ MİRAS …

Almanya’nın demografik yapısı orta vadede burada yaşayan yabancı kökenli insanların her alanda bazı önemli sorumluluklar almasını zorunlu kılıyor. Şayet ileride yeni vatanımız Almanya’nın gündeminin belirlenmesinde biz de söz sahibi olmak istiyorsak, yeni kuşaklara dede ve babalarının Almanya’ya geliş serüvenlerini çok iyi aktarmalı, ve onların da gelecek kuşaklara aktarmalarını sağlamalıyız. Anlatmanın yolu çok kolay. Herkes kendi çocuğuna ya da torununa Almanya’ya geliş sürecinde yaşadıklarını anlatan fotoğraf ve benzeri görselleri ( İstanbul’da o yıllarda kurulan Almanya İrtibat Bürosu’nun önünde sıra beklerken, ya da o sıranın sonunda Alman doktorlar tarafından yapılan sağlık kontrolü sırasında çekilen fotoğraflar olabilir.) miras olarak bırakıp, bu mirasa iyi sahip çıkmalarını önemle tavsiye etsin. Emin olun ki, bu belgeler, gelecek kuşaklara Türkiye’de alınan daire ya da gayrimenkullerden daha iyi bir miras olacaktır. Bu miras, Almanya’daki gelecek nesillere kendi meselelerine, kimseden yardım dilenmeden, yine kendisinin sahip çıkması gerektiğini de öğretecek çok önemli bir sembol olacaktır. Sağına ve soluna bakmadan 'benim olmadığım yerde kimse yoktur. Sorunlarıma başkalarından önce ben sahip çıkmalıyım.' diyerek işe başlayanların, yakaladıkları başarılarına herkesin ortak olmak için sıraya girme yarışı içinde olacağından da kimsenin şüphesi olmasın.

Bu konuda herkesçe malum yüzlerce örnek arasından iki tanesini seçelim. İki başarılı futbolcu. Mesut Özil ve Nuri Şahin. Bildiğiniz gibi, Mesut Özil’i Türkler, Nuri Şahin’i de Almanlar, başta fevri bir takım tepkiler verseler bile, artık alkışlıyorlar. Buna alkışlamak zorunda kalıyorlar da diyebilirsiniz. Çünkü bu futbolcular sinema tabiriyle kendi filmlerini kendileri çekiyorlar. Film başarılı olunca, alkışlar da kendiliğinden geliyor.

İLK KUŞAĞIN VASİYETİ

Bu noktada Almanya’daki yeni kuşağın temsilcilerine tavsiyem şudur. Bir an önce baba ya da dedelerinizden mutlaka Almanya Treni’nin Sirkeci’den hareket ettiği yıllara dair birer hatıra temin edin. Bu hatıraların gelecek kuşaklara da ulaşmasını mutlaka sağlayın. Almanya öykümüzün baş kahramanları olan birinci kuşağa çok önemli bir borcunuz var. 50 yıl önce babalarınız ya da dedelerinizin çekmeye başladığı filmi tamamlamak size kaldı. Bunu bir vasiyet olarak da görebilirsiniz. Sakın bu film için sponsor arayışı içerisine girme hatasına düşmeyin. Bu film %100 sizin eseriniz olmalı. Yola sizi kimse desteklemeyecekmiş düşüncesiyle çıkın. Bu işe böyle başlarsanız, hayal kırıklığına da uğramamış olursunuz. Şayet bu yolda destekçileriniz olursa ( Mesut Özil ve Nuri Şahin örneklerini aklınızdan çıkarmazsanız, mutlaka destekçi patlaması yaşayacaksınız ), bu da size hoş bir sürpriz olur.

FİGÜRAN BİLE OLAMAZSINIZ

Yazımın girişinde işaret ettiğim ağzındaki dişlere bakılarak Almanya’ya kabul edilen bu cefakar insanlar, zaman zaman Almanya, ve Türkiye’ye rağmen, kendi filmlerini çekmeyi başardılar. Ama film henüz tamamlanmadı. Bu 50 yıl öncesinin sahipsiz yönetmenlerinin çocukları, yakın gelecekte, kendilerinin önemli katkılarıyla bir çok başarıya imza atacak olan Almanya’nın gerçek filmini çekecekler…

Selam olsun gelecek 50 yılın filmlerinin yönetrmenlerini yetiştiren birinci kuşağın gerçek kahramanlarına… Selam olsun onların gözündeki ışığı bu günden farkedip onların yolunu açan ileri görüşlü mevki sahiplerine…

 

Bu arada unutmadan bazı şark kurnazı yönetmen bozuntularına da bir uyarıda bulunayım. Bir gün babalarının yarıda bıraktıkları filmin devamını Almanyalı Türkler kendileri çekmeye başlarsa, bu filmde size figüranlık rolünü bile vermezler… Siz de Almanya Treni’ne aval aval bakakalırsınız…

 

 

Haberiniz olsun !

 

 

Arif Şentürk

senturk(at)almanyabulteni.de

 

 

GÜNÜN SÖZÜ: ' Eşek arısı olmaktan, eşek olmak daha iyidir. Zira, eşeğin yük taşımaya faydası var.'

 

GÜNÜN SORUSU: Son günlerde hangi Alman gazeteci Türkiye’de bir üniversiteye kapak atmak için kırk takla atıyor?