Almanya´daki başarı öykülerimizden TD-Platform Başkan Yardımcısı FARUK DROVS ile Almanya´daki Türklerden uyum politikasına kadar çok şey konuştuk. Faruk, Türk ve Alman yetkililere özetle şöyle sesleniyor:

' BU POTANSİYEL DEĞERLENDİRİLSİN '

Bu güne kadar Almanya´daki Türk basınında hep buraya 60 lı yıllarda gelip iş dünyasında başarıyı yakalayan Türk işadamlarının öykülerini okuduk dinledik veya izledik. 45 yılı geride bıraktığımız Almanya´da bu 45 yıl içerisinde çok şeyler değişti. Ebeveynlerinin iş gücü olarak geldiği, Almanya´da doğup eğitimlerini tamamlayan ve kendileri için farklı bir kültür içerisinde başarı öyküleri ile ön plana çıkan ve bu güne kadar Türk ve Alman basının dikkatinden kaçanları, yani Almanya´nın kardelenlerini konuk edeceğiz gazetemizin bu bölümünde.

Bu kardelenler başarılı oldukları kadar da mütevazıdırlar. Belki de önce bunların kendilerini birer başarı öyküsü (kardelen) olduklarına inandırmamız gerekiyor. Bu arada hukuk tahsilinin yanısıra röportaj boyunca çok yönlü ve renkli bir kişiliğe sahip olduğunu tesbit ettiğim Faruk, Türkçe, Almanca, İngilizce ve Fransızca biliyor, piyano çalıyor, klasik Türk müziğini severek dinliyor. Bunun yanısıra özellikle Almanca´ya çok hakim olduğu bir sunuculuk kabiliyeti var. Şimdiden Alman TV kanallarının yetkililerine duyrulur. Bana göre başarı basamaklarını şimdiden hızla tırmanmaya başlamış bir delikanlı.

Şu bir gerçek ki, bu gençler ileride hem Almanya hem de Türkiye için çok önemli hizmetler üstlenip iki ülkenin de başarısı için çalışacaklardır. Bunu da tarihe bir not olarak düşelim ve bu sayımızdaki kahramanımız Faruk Drovs ile soğuk bir ortamda fakat oldukça samimi ve sürükleyici olduğu kadar da zevkli sohbetimize geçelim.

A B : Faruk, okuyucularımıza kendini tanıtır mısın?

F.D: 28 yaşındayım Almanya´da doğdum. Annem Alman ve babam Türk. Babam 70 li yıllarda okumak için Almanya´ya gelmiş ve annemle tanışmışlar. Birinci sınıfı bitirdikten sonra Ankara´ya taşındık. Annem Ankara Üniversitesi´nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Orada ağabeyimle birlikte Alman Büyükelçiliğinin okuluna gittik. Okuldaki arkadaşlarımla bol bol futbol oynardık. Bu arada Galasaray taraftarğumu belirtmeliyim. 12 yaşındayken tekrar Almanya´ya döndük. Lise eğitimimi burada tamamlayıp bir yıl Fransa´da bir gençlik merkezinde askerlik görevimi yaptım. Marburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi´ni bitirdim. Şu anda Köln Üniversitesi´nde karşılaştırmalı Türk – Alman Ticaret hukuku alanında doktora yapıyorum. Eğitimimin yanısıra Almanya´da 22 bin çalışanı olan KPMG şirketinde Türkiye masasında çalışıyorum.Ayrıca Türk Alman Akademisyenler ve öğrenciler Platformu TD-Platform´da başkan yardımcılığı görevini yürütüyorum.


A B : Türkiye´de 12 yaşına kadar kaldığın yılları düşündüğünde en çok neleri özlüyorsun?

F.D: Siz soruyu sorarken dikkat ederseniz güldüm. Bu soru sorulduğunda mutluluktan gülüyorum. Türkiye´deki yıllarımı hatıralarımı çok iyi hatırlıyorum. Her yıl Türkiye´ye giderim.

Orada yaşadığım yıllarda çok canayakın güzel kalpli insanlarla tanıştım. İnsanların sıcakkanlılığını unutamam mesela. Bunları inanın ki laf olsun diye söylemiyorum. Oradayken çevremdeki insanlar hissettiklerini direk olarak ifade ederlerdi. Türkiye´deki insanlar vererek mutlu oluyorlar. Yemeklerini özlüyorum Türkiye´nin. Sokaklardaki canlılık beni çok etkilemiştir mesela. Oysa burada pazar günleri belirli bir saatten sonra koskoca şehirlerde bile sokaklar bomboş. Türkiyede küçük yerleşim yerlerinde bile müthiş bir canlılık var. Bir traftan simitçiler bağırıyor, bir taraftan çocuklar kavga ediyor, yani kısacası tarif edilemeyen bir canlılık var. Bu konuda konuşmaya devam edersen röportajın sonu gelmez.


A B : İki ülkeyi de tanıdığına göre burayı yani Almanya´yı nasıl tarif edersin?

F.D: Almanya´da iyi arkadaşlıklar için uzun zaman ayırmak lazım. Türkiye´deki gibi arkadaşlıklar hızlı gelişmiyor. Ama bu zamanı ayırıp arkadaşlıklar kurduğunuzda sağlam arkadaşlar bulabilirsiniz. Türkiye´nin günlük hayatı içerisindeki sıcaklık burada maalesef yok.


A B : İki ülkeyi ve iki milleti de tanıyan birisi olarak sana göre Almanya´daki Türkler nerede doğru nerede yanlış yapıyorlar?

F.D: Alman arkadaşlarımla sohbet ederken onlara Türkiye´yi değerlendirirken sadece buradaki Türklere bakarak değerlendirmede bulunmayın diye uyarırım hep. Türk aileler çocuklarının eğitimine fazla ilgili değiller gibi geliyor bana. Türklerin çoğu Almanları bir arkadaş gibi görmüyorlar. Biraz mesafeliler onlara karşı. Almanya´daki Türkler herhangi bir işte başarısız olurlarsa bunu ya yabancı düşmanlığına ya da buna benzer bir şeye bağlıyorlar. Ben bunu doğru bulmuyorum. Tabi ki Almanya´da ırkçı olanlar da vardır. Ama bu genellemeden kaçınmak lazım ve çok çalışıp başarılı olmak lazım. Almanya´da yaşayan Türkler içine kapanık yaşamayıp Almanlarla ilişki kurmanın yolunu arasınlar. Almanlar önceden çok hata yapmalarına rağmen son senelerde artık ilişkiye girebilecekleri Türk arıyorlar. Mesela Almanya´da futbol öğrenip birer yıldız olan Türk futbolcular var. Bu futbolcular da Türk milli takımı yerine Alman milli takımında da oynayabilirler. Böyle bir davranış da önemli bir sinyal olur. Bu da bana göre buralı olmanın en önemli göstergelerinden birisi olabilir. Bunun gibi örnekler Alman siyasilerinin de olaya farklı bakmasını sağlayacaktır.

A B : Aynı bakış açısıyla Almanlar´ı bir değerlendirir misiniz?

F.D: Almanlar geçmişte çok büyük hatalar yaptılar. Örneğin Türkleri çok uzun süre bu ülkenin bir parçası olarak görmediler. Onları sadece işgücü olarak gördüler. Onların yerleşim bögelerinin kendi aralarında olacak şekilde oluşturdular. Siyasiler de bana göre önemli bir fırsatı uzun süre kaçırdılar. Bana göre Alman siyasiler çok önceden kameraların karşısına geçip Türkler´e : ' Sizi bu toplumun bir parçası ve Almanya için bir şans olarak görüyor ve kabul ediyoruz. ! ' demeleri gerekirdi.

A B : Annen Alman ve baban Türk. Acaba kendini daha fazla Alman mı yoksa Türk mü hissediyorsun?

F.D: Bu soruyla o kadar çok karşılaşıyorum ki, sayısını bile unuttum. Almanca´da bir tabir vardır. 'İki sandalye arasında oturmak ' diye. Kardeşimle ben bana göre iki sandalye arasında değil, iki sandalye üzerinde oturuyoruz. Mesela Türkiye´ye gittiğimde beni etraftan hep turist zannederler. Ama dışımdaki bu Alman tarafa karşın içimde hep bir tarafın da Türk olduğu bir gerçektir. Ben bunu hep böyle hissettim. İsterseniz bir sıralama yapalım. Annem Alman babam Türk, hem Almanya hem de Türkiye´de yaşadım, arkadaşlarım hem Türk hem de Alman, şu anda üzerinde çalıştığım doktora tezim iki ülke üzerine. Kısacası hayatımın ortak kesişme noktasında bu iki ülke ve iki ülkenin insanları bulunuyor. Bu durumu benim için çok özel bir hediye olarak görüyorum. Şunu da belirtmeliyim ki, belirli bir süre sadece Almanlarla beraber olursam hayatımda birşeylerin eksik olduğunu hissedip hemen Türklerle de beraber olma ihtiyacını duyuyorum. Her iki kültürün de iyi taraflarını biraraya getirmeye çalışıyorum. Galiba bu işin güzel ve avantajlı olan tarafı da bu olsa gerek.


A B : Seni beş dakikalığına Angela Merkel ile buluştursak O´na Almanya´daki yabancıların uyumu ile ilgili nasıl bir politika yapması tavsiyesinde bulunursun?

F.D: Bayan Merkel´e şu tavsiyede bulunurdum : --Bir gün gazetecileri toplayın ve onlar aracılığı ile hiç ön şart olmadan inandırıcı bir şekilde şöyle bir açıklama yapın. Bu uyum için ilk şarttır. 'SİZLER ALMANYA`NIN BİR PARÇASISINIZ. BURADA OLDUĞUNUZ İÇİN ÇOK MUTLUYUZ. ALMANYA`NIN KALKINMASI İÇİN BERABER DAHA FAZLA ÇALIŞMALIYIZ. ' Bu gibi açıklamalar bu güne kadar maalesef çok yapılmadı. Ama hakkını da yememek lazım, Alman siyasiler son zamanlarda bu gibi açıklamalar yapıyorlar. Hatta bilindiği gibi Almanya´da Uyum Zirvesi yapıldı. Aynı zamanda NRW Uyum bakanı Armin Laschet de uyum için bir şans. Bu gelişmeleri takdir ediyorum. Politikacılar bu gibi sinyalleri medya aracılığı ile fırsat buldukça vermelidirler.


A B : TD-Platform aracılığı ile Almanya´da eğitim görmüş çoğu en az iki dilli olarak yetişmiş Türk Akademisyenleri yakından tanıyorsun. Bu akademisyenleri Almanya yeterince değerlendirebiliyor mu?

F.D: Bana göre Almanya bu potansiyelin de farkında olmamamasından dolayı bahsettiğiniz gençleri henüz değerlendiremiyor. Almanya´yı bu potansiyelden haberdar olmadığı için suçlu bulmuyorum. Ama bu bir bahane olamaz. Almanya kendi ülkesinde yetişmiş bu potansiyeli her durumda değerlendirmelidir.


A B : Almanya Bülteni projesi daha fazla Almanya´daki gündemi interaktif bir biçimde burada yaşayan Türklere öncelikle Türkçe olarak aktarmayı ve aynı zamanda Almanya´da yetişmiş ikinci ve daha sonraki kuşaklardan başarı öykülerini ön plana çıkarmayı hedefliyor. Bu projeyi nasıl buluyorsunuz ?

F.D: Bu projeyi çok iyi buluyorum. Bildiğiniz gibi Almanya´daki Türkler hep içine kapanık kendi aralarında yaşadıkları için Almanya´da neler olup bittiğinden çoğu zaman haberdar olmadan yaşıyorlar. Bunun başlıca sebebi sadece buradaki Türk medyasını takip etmelerinden kaynaklanıyor. Türk medyası da maalesef ağırlıklı olarak Türkiye ağırlıklı olarak haber ve bilgilendirme yapıyor. Almanya´dan yapılan haberlerin çoğu da sadece buradaki Türk toplumu ile alakalı haberler. Bence artık Almanyalı Türkler olarak burada yaşamaya karar verdiysek buradaki Türk medyası da artık hem Türkleri hem de Almanları doğrudan ilgilendiren haberleri ön plana çıkarmalıdır. Medya bu tutumu ile Almanyalı Türkleri de kendileri ile ilgili oluşturulacak politik kararları doğrudan etkileyebilecekleri bir konuma getirmiş olacaklardır. Anladığım kadarıyla Almanya Bülteni projesi şimdiye kadar yapılmayanı yapmayı hedefliyor. Bu nedenle projeyi çok iyi buluyorum. Aynı zamanda buradaki Türk gençlerinin başarı öykülerini ön plana çıkarma fikri de çok yerinde bir fikir. Bu projenin ileride Almanlar için de çok bilgilendirici bir proje olacağını da düşünüyorum.


A B : Müziğe karşı ilgili olduğunu biliyorum. En çok hangi tür müzik dinlersin ?

F.D: Bildiğiniz gibi piyano çalıyorum. Klasik müziği çok severim. Türk müziği dinlemek bana çok zevk veriyor. Özellikle de eski yani klasik Türk müziği. Mesela Muazzez Ersoy, Sezen Aksu, Rafet El Roman severek dinlediğim sanatçılardır. Mesela Muazzez Ersoy´un 'Kalbimi kıra kıra' şarkısını çok severim. Benim favorim biraz önce de söylediğim gibi Klasik Türk Müziğidir. Mesela 'mihrabım' şarkısı da favorilerimdendir.


A B : Şimdi röportajımızın en zevkli bölümüne geldik. Kelimelerle bir oyun oynayacağız. Benim sana söylediğim kelimeler sana ilk olarak neyi hatırlatıyorsa onları söyler misin?

SEVGİ : Sınırsızlık bir yoğunluk. Kesinlikle yaşamaya değer.

HASRET : İnsanlık ve Türkler

DOSTLUK : Samimiyet

GÜNEŞ : Türkiye ve deniz

TÜRK : Canayakınlık, samimiyet, müzik

ALMAN : Tertipli, açık sözlü ve biraz da soğuk

GALATASARAY : Modern Türkiye´nin yüzü ve çılgın taraftarlar.

ANNE : Benim için örnek, tolerans, öz güven

BABA : Karizmatik, ileri görüşlü, çok iyi bir arkadaş

A B : Bu zevkli söyleşi için çok teşekkür ederim.

F.D: Ben de teşekkür ederim.